hasıl-ı kelam


[konuyla alakalı ilk iki yazı: hasbihal, hasbihal'e devam]

bir ay oldu.

meraklandık, üzüldük, öfkelendik...

dönüp dolaşıp sohbetlerimizin konusu olan memleket meseleleri dönüp dolaşmayı bıraktı, aklımızın ve gönlümüzün orta yerine oturdu.  

mesele 3-5 ağaç değildi, olmadı, olmasına izin de vermediniz zaten! evinde oturup dizi seyreden insanlara polis bu şekilde müdahale edip, kanalı değiştirmeye çalışsaydı bunlar yine olacaktı belki. o zaman da mesele dizi meselesi olmayacaktı! hoş, milletin izlediği dizilere de karıştınız; varolun!

yoruldum. 

bazı insanların bu süre zarfında olaylara yaklaşımı, söylemleri, davranışları, tavırları çok yordu beni. mağdur edebiyatı üzerinden zulmü aklamayı israil'den bilirdim, oralara kadar gitmemize gerek kalmadığını gördüm.

suriye'nin iç işlerine dibine kadar girilmesine ses çıkarmayanların türkiye söz konusu olunca "dış mihraklar" diye mızıkçılık yaptığını gördüm. 

yıllarca güneydoğu'dan sadece molotof kokteyli ve kırılmış dükkan camları gösterilerek uyutulanların yine devlet malı bahanesiyle uyutulmaya gönüllü yazıldığını gördüm. 

"bir müslümandan vicdanını alın, geriye neyi kalır?" diye sorduğumda "imanı kalır" diyeni gördüm. 

en başından beri tavrım çok net. tgb'nin düzenlediği eylemlere gitmedim. ortak eylemlerde ise yeri geldiğinde etraftaki yadırgayan tavırlara rağmen "kimsenin askeri olmayacağız!" diye bağırdım. "acaba ne zaman, nerede rahatsız edici bir slogan/pankart denk gelecek?" tedirginliiyle yürüdüm. başa gelseler kendilerine yaşam alanı bırakmayacaklarını bildikleri ulusalcılarla yan yana yürümek zorunda kalan kürtleri gördüm. bütün bunlara rağmen oturduğu yerden, hem de devlet çatır çatır pkk ile görüşürken "pkk, ulusalcılar, liboşlar yanyana yürüyor!" diye burun kıvıranı gördüm.

rachel corrie'yi [mekanı cennet olsun] baş tacı edip, şu gösterici amerikan, bu gösterici ingiliz deyip hem onları hem de diğer direnişçileri karalamaya çalışanları gördüm.

siz ne zaman, ne için, ne yaparsınız bilmem. bilmeme de gerek yok, herkesin yaptığının hesabını vereceğine inanıyorum. ben "darbelere dur de!" diyerek de yürüdüm, "savaşı sustur, barışı yükselt!" diyerek de yürüdüm, berlin'de filistinliler için de, mısırlılar için de, iranlılar için de yürüdüm. gezi parkı için yürüyen alman'ı da gördüm. oturduğu yerden komplo teorisi ile zulme çanak tutanı da gördüm.

siz iktidarın samimiyetine, dürüstlüğüne inanıyor olabilirsiniz. son bir ayda bu kadar yoğun yalan söyleyen, kullandığı kışkırtıcı nefret diliyle halkı bölmekten başka birşey yapmayan, her türlü manipülasyonu yapmaktan ve basın gücüyle bunu yaymaktan çekinmeyen, "yaradılanı severiz yaradandan ötürü" deyip bir sonraki cümlesinde eylemcileri insandan saymayan, reyhanlı da ölenleri mezhebine göre sınıflandıran, aleviyi, ermeniyi küfür niyetine kullanmaktan çekinmeyen iktidar diline ben inanmıyorum. 

bunun yerine, dicle kıyısında koyunu yiyen kurdun hesabını ömer'den soracak olan adl-i ilahi'nin bu yaşananaların hesabını da soracağına inanıyorum. 

en baştan baştan beri gezi parkı'na yapılmak istenene itiraz edenlerin yanındaydı kalbim. sonrasında onlara bu şekilde müdahale edenlerin, tepeden bakanların, onları yok sayıp hakir görenlerin, ufacık bir direnişi bile ezip geçmeye çalışanların, ötekileştirici dille halkı bölen kibrin, basını arkasına alıp yapılan manipülasyonun karşısında oldum. birileri ulusalcılar dedikçe, marjinalize etmeye çalıştıkça orada durmam daha zorunlu, daha gerekçeli oldu benim için. zaten oradaydım ama insanları etiketleyip ortadaki sorunu görmezden gelmek isteyenlere karşı da orada olmaya başladım. ulusalcılarla orada değildim, sadece oradaydım. hatta bazen onlara rağmen oradaydım. bazı ulusalcıların bile "empati" yapmayı denediğini, kısmen başardığını gördüm. sen ne yaptın bu arada sahi?

derdim iktidarla değil. güç ve iktidar sahiplerinin çıkarları veya hesapları olabilir, makam gözerini kör etmiş, etrafındaki "yalaka halesi" gerçeklikle bağlarını koparmış olabilir. 

benim derdim seninle. 

türkiye'nin gerçekleri ortada. din, ülkenin çoğunluğu için belirleyici faktör ve öyle de kalacak. sandık kuruldukça dini öncelikleyen muhafazakar bir parti iktidarda olacak. akparti tecrübesi merkez sağı sildi süpürdü, "akparti'nin alternatifi yok" diyorsunuz ya, yakın gelecekte de olmayacak. belki akparti'den ortaya çıkacak olan iki parti koalisyon yapacak yine. kemalistlerin korku ile kemikleştirdiği oy tabanı mevcut, erdoğan da bunu yapmaya çalışıyor. türkiye'nin bu kadar fazla korku ile yönetilme lüksü yok! 90 yıllık cumhuriyetin 10 yılında iktidar olan bir partinin hala bu kadar fazla mağdur edebiyatı yapması sırıtıyor. melih gökçek'ten beter bir şekilde hem de. biraz özgüvenli olun, ayağınız yere sağlam bassın. özgüvenle kibri, hırsı karıştırıyorsunuz. koskoca başkent belediye başkanı canlı yayında hırsından ağladığını söylüyor, yazıktır! bu adam 19 yıldır başketin belediye başkanı!

türkiye farklı birçok yaşam tarzını, hayat algısını içinde barındıran bir ülke. saldırganlıktan, alınganlıktan kurtulup bu çeşitlilikle yaşayabilmeyi ve onu idare edebilmeyi ancak kendinize ve değerlerinize güven duyarak başarabilirsiniz. yoksa ülke debelenmeye devam edecek. bunun için konu zebil elhamdülillah! içki olur, el ele tutuşan gençler olur, 3. köprünün adı olur, ağaç olur, cemevi olur, kürtaj olur, dine hakaret olur...

"türkiye son yılda demokratikleşti" diyorsunuz, "on yıl önce bunlar da yoktu!" diyorsunuz. bu demokratikleşme kendini dayattı. kimse evlerinde oturan kürtlere durup dururken hakkını vermedi, bunu gözden kaçırıyorsunuz. kendini dayatan taleplere göz yumanlar gitti, bu taleplere ayak uyduranlar geldi. bu talepler içerisinde tabii ki muhafazakar kesimin haklı talepleri de mevcut. türkiye'nin dönüşmesinde muhafazakar kesimin milli görüşten ak parti'ye evrilmesi önemli rol oynadı. bu değişimi tetikleyen belirleyici faktörleri ise gülen cemaati'nin ve özal ile beraber anadolu'da ortaya çıkamaya başlayan muhafazakar sermayenin olarak görüyorum. milli görüş bu iki grubun taleplerini, ihtiyaçlarını, beklentilerini karşılamıyodu. bu iki grup büyüdü, türkiye'deki muhafazakar kesimin insan ve sermaye birikiminin omurgasını teşkil etmeye, o gruba şekil vermeye başladı.

muhafazakar kesimin yine bir değişim geçirmesi gerekiyor. muhafazakarlar başkasına kendi doğrusunu, kendi yaşam tarzını dayatmayan, başkasının özgürlüğünün bittiği yeri "çocuklarımıza kötü örnek oluyor!" çizgisine çekmeyen, kendine ve değerlerine güven duyan, kafası rahat bir noktaya gelmedikçe tartışmalar sürecek, zaman kaybedeceğiz. bu ülke kürt meselesine, başörtüsüne yıllarını ve çok büyük enerjisini harcadı. bu eşikte ne kadar takılacağımız size bağlı.

"alternatifi yok!" bahanesiyle ak parti'yi eleştirmeyip zamanında "alternatifsiz" olan tek parti dönemine saydırmayı marifet bilen sizler alternatifin yine siz olduğunuzu anladığınızda daha iyiye ilk adımı atmış olacağız. bu ilkenin omurgasını sen oluşturuyorsun, sen ne akdar demokrat olabilirsen, ülkece o kadar demokrat olacağız. en baştaki iki tespitten biri "türkiye'de kalkınma ve zenginleşme çevreden, güvenlik de özgürlükten önce gelir." idi. buna tutunarak eylemcileri küçümsemeye, değersizleştirmeye, marjinalleştirmeye çalışıyorsunuz. bu "sağcı" reflekslerinizle sadece vicdanınızı susturursunuz. akparti'ye oy verme demiyorum, verdiğin oy gözünü, dilini, vicdanını bağlamasın diyorum. yılalrca bunun sıkıntısını hep beraber çektik, bu kısır "partizanlığı" aşalım istiyorum.

demokrasi ve özgürlük talebi tükenen, bir noktada son bulan birşey değildir. devam eder, şekil değiştirir, haklılığı oranında sürekli olur, kendini dayatır. başörtüsünün önce üniversitelerde, ardından kamuda serbest olmasını istemek gibi... o yüzden 20 yıl öncesinin türkiye'sine referans vermekten vazgeçin.

hadi elinizi biraz çabuk tutun, daha eşcinsel haklarını konuşacağız!

bitti

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder