"Göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım... Hakiki hayatım benim için can sıkıcı rüyadan başka bir şey değildir..." (s. 94)
Kürk Mantolu Madonna'yı bir kez okuduktan sonra, ikinci kez okumamak mümkün değil. Ne zaman biri Anhalter Bahnhof'tan bahsetse, Atlantik adında bir yer görseniz, Raif adını duysanız yahut Fight Club'ın Marla Singer'ını, Tenenbaum ailesinin Margot Tenenbaum'unu ellerinde sigaraları, üzerlerinde kürkleri ise görseniz, elinizde olmadan Maria Puder'i ve Sabahattin Ali'yi düşünmeden edemezsiniz.

Gelelim kitabın en kuvvetli hissine. Raif Efendi, Maria'nın tablosunu bir galeride gördüğünde büyülenir, her gün aynı galeriye gidip saatlerce Madonna tablosuna bakar, başka bir şey düşünemez olur ya, işte aşkın vücuda geldiği zamanlar aşağı yukarı böyledir. Kişiden, mekandan, zamandan ve dahi gerçeklikten bağımsızdır, bir saniyeliğine önünüzde açılan bir başka varoluş biçimidir. Zannediyorum bu kitabın bunca sevilmesinin, Maria Puder'i kürkünden ve yalnızlığından daha derin gören kişilerce böylesi gönülden bağlanılmasının sebeplerinden birisi de, çok ortak bir hisse sesleniyor oluşu: Var olmayan'ı sevmekle başlayan aşkın, var olanda odaklanması, imkansızlığına rağmen devam etmesi, büyümesi, yer etmesi ve elbette, sonunda en saçma sebeplerle yok olması. Çünkü sürekli olabilseydi, bu kadar büyük olamazdı. Bir yandan da aşkın o oynak zeminliliğini, arzulananın gerçeğe dönüştüğünde arzu nesnesi olmaktan ne kadar kolay uzaklaşabileceğini göstermesi açısından acı verici. Maria, galeriye her gün gelip tablosunu uzun uzun seyreden Raif Efendi'nin yanına oturduğunda, Raif haftalardır incelediği yüzün yanıbaşında olduğunu anlamaz bile. Maria'nın yüzüne bakar, ama göremez. Şahsım için aşkın ne kadar tahayyüle dayalı olduğunun en iyi tasvirlerinden biridir bu sahne. Hayran olunan film yıldızını sokakta görüp "aa kısaymış" demek, yazdığı her satır okunmuş yazarla konuşulunca "iletişim bile kuramıyor" diye düşünmek, uzaktan görülüp beğenilen kızla tanışılınca heyecan duymamak, internetten konuşuyor olup bir kafeye gidip oturunca "hiç fotoğraflarındaki gibi değilmiş :(" demek, bunların hepsi, Maria'nın hayata kırgınlığının sebepleri ve aynı zamanda aşkın doğasıdır.
Aşk, tahayyül var oldukça yaşar.

"Sonra, bir şey arıyormuş gibi gözlerini yüzümde gezdirerek:
"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Ne gibi?"
"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki...."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "Hasta bir köpek kadar yalnız..." (s. 79)
"Berlin'de yalnızsınız değil mi?" dedi.
"Ne gibi?"
"Yani... Yalnız işte... Kimsesiz... Ruhen yalnız... Nasıl söyleyeyim... Öyle bir haliniz var ki...."
"Anlıyorum, anlıyorum... Tamamen yalnızım... Ama Berlin'de değil... Bütün dünyada yalnızım... Küçükten beri..."
"Ben de yalnızım..." dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak: "Boğulacak kadar yalnızım..." diye devam etti, "Hasta bir köpek kadar yalnız..." (s. 79)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder