"İrhal! İrhal!"





Bu sözlerle çınlıyor Tahrir Meydanı bugün. Rahal kökünden gelen bu emir kipinde çekilmiş fiilin sözcük anlamı ise Türkçe’ye “ayrıl, bırak git" hatta zorlarsak "açıl, gidişin ossun da dönüşün olmasın inşallaaah” olarak çevrilebilir. Kıssadan hisseye mesele bitmedi, devam ediyor. Muhalif Mısırlılar, bir sene önce başa geçen Müslüman Kardeşler çizgisinden gelen Muhammed Mursi’nin devlet baskanı seçilmesinin yıldönümünde aleyhide gösteri yapıyolar. Nedir talepleri? Özgürlük, demokrasi, barış, eşitlik... Nasıl?  Ne o dostum, tanıdık mı geldi?

“Gezi yazısına Tahrir örneğiyle başlanır mı yahu?” diyebilirsiniz. Belki de haklısınızdır. Biçim ve içerik olarak birbirleriyle kıyaslanabileceklerine kesinlikle inanmıyorum. Gezi’nin İslami-seküler ekseninde algılanması (her ne kadar değerli, sayın, saygıdeğer, muhterem ve biz biliriz Basbakanımız ısrarla konuyu bu yöne çekse de) artık Türkiye’de iki hafta geçirmiş yabancı basın mensubunun bile (der Spiegel hariç) düşmediği bir yanılgı. Aynı şekilde Brezilya, İsveç, Kanada’daki occupy hareketlerine daha yakın başka dünyalar mümkün ideolojisi ile yola çıkan altermondialist hareketlerle de bir tutulabileceğine inanmıyorum. Tarihselliğe, coğrafyaya, ortak belleğe, dile, yaşanmışlıklara, benzer acılara inanıyorum ve öznelerin bütün bunlar içinde  yoğurulmuş bedensel deneyimlerinin elde avuçta bulunan birkaç batılı kavramsal araç ile kelimelere dökülebileceği ihtimaline ise eleştirel ve kuşkucu olarak yaklaşmanın ötesine geçtim. Hepten saldım arkadaş. Bu bağlamda çelişkiye düşmeden, yazarın kendi söylediklerini de tamamen ters köşeye yatırmadan Tahrir ile Gezi arasında tutarlı bir karşılaştırma olanağı sağlayan iki nokta var: Birincisi omurgasızlık, ikinci ise süreklilik. Omurgasızlık burda küfür olmadığı gibi harekete gücünü veren en önemli öğedir. Politik ya da ideolojik herhangi bir geçmişi olmayan (bkz. “Slogan bulamadım”, “Kahrolsun bağzı şeyler”, “Mustafa Keser’in askerleriyiz”), tam olarak ne gibi talepleri olduğunu bilmeyen – ya da bilmeleri halinde bu talepleri çok büyük ihtimalle iki metre ötedeki öznenin talepleriyle kökten ve tanımsal bir muhalefet içerisinde olan – insanların buna rağmen hala görece değil de tam bir birlik içerisinde omuz omuza tarihsel ötekilikleri kısa bir süre de olsa silip yepyeni ‘ötekiler’ oluşturabilme ve ona karşı çarpışabilme yetisidir. Omurgasızlıktan kastım bu. Katı ideolojik, yazılı, reçeteli örgütlemeden arınmış bedenlerin çoklu toplumsal bir bedene dönüşerek sadece varlığı ile iktidara ele de dile de gelmeyen bir tehdit oluşturabilmesi. Süreklilik meselesine gelince aslında bu omurgasız amipvari nesnenin üzerinden geçtiği kesimleri ve toplumsal sorunları bünyesine eklemlendirerek devamlı bir dönüşüm geçiriyor olması. Bir sekilde ona bulaşanların metamorfozundan bahsetmeyeceğim bile. Tabi bir yandan da içerisinde tutunamayanları, yer bulamayanları, dönüştürmekte başarısız olduklarını bünyesinden attığı da aşikar. Buna en güzel örneği iki gün önce Licê’de yaşanan devlet terörüne verilen tepkilerde gördük. Bir yandan “Licê’den Gezi’ye diren” pankartları açılıyor ve direnişçiler (bzw. çapulcular) Kürt meselesi Gezi hareketinin başından beri tam da ortadasında yer alıyormuşçası bir doğallıkla bu şiddet karşısında da aynı özveri ile on binler olarak sokaklara dökülmeye devam ediyor. Diğer yandan ise Licê’ye delice tepkiler veren bir kısım Kemalist bu güruhta herhangi bir tanınma ibaresi görmediğini deneyimleyerek ya kendini kalıbına uydurup söylem erozyonuna uğruyor ya da evinde Licê hakkında ana akım medyayı aratmayan Ulusal TV’yi seyretmeye devam ediyor. Bu ikinci seçimi mütehakip son günlerde daha da bir tescillenen milli sporumuz komplo teorisi üretme ve yaymayı hakkını vererek icra ediyor.

Diyeceğim şudur: Gezi de, Tahrir de, Licê de bizim. Hepsi ayrı, hepsi aynı. Neden? Nasıl? Ne zamana kadar? Bilmiyoruz. Ama sokaklara sınıf ya da herhangi bir ümreye aidiyetlik, çıkar, sistemli talepler silsilesi bilinci ile değil de bu “yamuk düzende, doğru hayatın olmadığı”, olamadığı, yaşanamadığı gerçekliği ile çıkmayı mecbur kılan bedensel ihtiyacımız devam ettiği sürece bir umut var gibi geliyor bana. Ve bu ihtiyaç da her ne kadar tarih, kültür ve dil ile yoğurulsa da tasadüfi bir zamansallığı fazlasıyla aşan küresel, çağdaş bir akım olarak doğuyor. Direnişine Fatiha ile başlayan, Poma'da boy gösteren, elinde terliğiyle sokaklara dökülen Mısırlı kardeşlerim yüreğimi ısıtıyorsunuz. Yeni şehirler, yeni duvarlar, yeni şarkılar, yeni sloganlar bizi bekliyor, hem onları hem kendimizi yeniden kurmak, iktidarı espiriyle boğmak, dayanışmaya gark olmak için diren Tahrir! Kül meken Tahrir, kül meken sehet!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder