hem gezdim hem de yazdım

insanoğlu kuş misali, bir bakmışsın orada, bir de bakmışsın yine burada.

15-16 hazian işçi ayaklanmalarının yıldönümüne denk düşen bir haftasonu, ben de çantamı "iş deyü deyü" takıp sırtıma, çıktım istanbul'un asfalt yoluna. evdeki hesap çarşı'ya uymadığı gibi, çarşıya da uymadı bende. her şeyi zipleyip, cumartesi akşamından pazartesi sabahına kadar "gezi" oldum.

nasıl gezi olunuyor?

öyle hemen olunmuyor aslında. cumadan başlamıştı zira metamorfoz. bugüne kadar taksim'e vardığında ilk yaptığı şey istiklal'de bir kahve içip, üzerine kitapçı gezmek olan, acıkınca bambi'den iki ıslak çeken bendeniz, ulvi sorumluluğuyla birlikte "ilk hedefin gezi'dir ileri" diye "gaz"ladı kendini. ulusalcı gazım biraz fazla kaçmış olacak ki, hafif gıcık tuttu orada. on yıldır istanbul'a berlin'den gider gelirim bir kere de taksim'e hemencecik gitmek gibi bir derdim olmamıştı. havataş kayıplarda. en güzel yol metro dediler, atladık. aksaray'da iniyorsun da, kabataş'a giden metro'ya nasıl gideceksin? şehir yapış yapış. pis bir yağmur yağmış. daha da yağası var utanmazın. hani berlinliler bilirler, çok fazla havaifişeklerin patlatıldığı yılbaşı gecelerinde hep bir yağmur yağar. o geliyor aklıma. hafif yüksek sesle "pardon, kabataş metrosuna nerden geçebilirim" diye soruyorum, elinde uykusuz'u ile uykusuzluktan gözleri çökmüş bir kız "benle gelin, o yoldan gidiyorum ben de, götüreyim" diyor.

gezi'ye mi?

uykusuz karikatürleri bol gezi'li, gazlı. gözünü sevdiğimin mizahı! üniversite öğrencisi hanımkızımız ettiğim telefonları da duyunca "gezi'ye mi" diye soruyor bana. "evet" cevabım yüzünü güldürüyor. "finaller geldi, biz biraz aksattık mecburen. gece gündüz ders çalışıyoruz şu sıra". ondan önceki gün, referandum konuşuluyor. ne diyorsun referanduma sorum şu şekilde cevaplanıyor: "referandumla ölenler, yaralananlar geri gelecek; tutuklananlar serbest bırakılacak; şu yaşadığımız travma gibi olaylar feraha mı kavuşturulacak"

o istanbul üniversitesine doğru gidiyor, ben kabataş durağında inip finiküler ile yukarıya çıkıyorum. taksim'de hava basık. gezi parkı'na giriyorum, görüşeceğim kimseler teslim edeceğim hem tıbbi hem maddi malzemeler var.
merkezdeki revirine giriyoruz gezi parkı'nın. gezi'de para geçmiyor arkadaşlar. kimse parayla bir şeyler satın almamaya ve bilhassa da para kabul etmemeye yeminli. elimdeki üç beş şeyi oraya bırakıyorum. silme malzeme dolu; ama hâlâ yetersizlikler mevcut. "battaniye, ayakkabı, yağmurluk" diyorlar. dedim ya, para kabul edilmiyor. zaten makbuz kesip yardımı alabilecek bir kurum da yok ortalıkta. dört dönüp sonunda belli bir yaratıcılıkla gerçekleştiriyoruz para teslimini. üç şahit tutup, paranın harcanılışının belgelendirilmesi koşuluyla oradan ayrılıyorum.

-iş için gittiğim gezinin iş kısmını atlıyor ve cumartesi akşamına varıyorum-

aslında keyifli bir cumartesi günü akşamı, telefonlara yağmur gibi mesajlar yağıyor. "gezi parkı boşaltıldı". neye uğradığımızı şaşırıyor, soluğu taksim'de alıyoruz hızlıca. arkadaşlarımıza ulaşmaya çalışıyor ve ulaşamadıkça tedirgin oluyoruz. yollar kapatılmış, gece vakti ilk defa görüyorum oraları. sıraselviler'de takılıp kalıyoruz. ilk defa duyduğum kesif bir koku var. burnum gıcıklanıyor "allah allah nedir ki" diye düşünürken, saatlerce atılmış bombaların, sokağın ortasına çökmüş kalıntıları olduğuna aklım yatıyor. gecenin ikisinde mevziyi bırakıp, dönüyoruz yataklarımıza "yarın ne olacak, nasıl olacak" diyerek.

pazar günü, dörtte eylem kararı var. aynı gün erdoğan da kazlıçeşme'de konuşacak. insan düşünmeden edemiyor ki "derdin ne" diye. zira, zaten durulmuştu insanlar, dayanışma birtakım kararlar alıyor. sen resmen "sevinmesin ipneler" diyerek basıyorsun gazı tuzu.

istanbul sıcak. istanbul'da taksim'e yürüyor insanlar. sürekli telefonlar, sürekli nerdesinizler, yine ulaşamamalar, yine endişelenmeler. bu arada endişeli aileden de sürekli telefonlar gelmekte gün ve gece içinde. onu da es geçmemek lazım. herkes televizyonlardan gördükleriyle dehşete kapılıyor.

min dît*

*gördüm. gördüm de neyi? kısaca diyeyim ben size...

hayatımın en ilginç manzaralarından birini gördüm en basiti. yokuşlar boyu insanlar, "penguenler burada cnn türk nerede" diye bağırarak penguen adımlarıyla yürüyenler, TOMA gazlı suyu basıp, nereden geldiği belli olmayan bombalar düştükçe "faşizme karşı omuz omuza" diyenler, civar apartman sakinlerine "beş litrelik bidonlarla su indirin aşağıya, bombaları içine atacağız" diye bağıranlar ve bu denilenleri yapan apartman sakinleri, biber gazından korunmada işe yarayan deniz gözlüğü yanında fazladan var diye çıkarıp vereni gördüm, hemen başıma baret bulup getireni, toz maskesi uzatanı, deli gibi ara sokaklara kaçılan saldırılarda elimden tutup beni merdivenlere çekeni, apartmanının kapısını açanı, apartman boşluğunda "arkadaşlar gelin tuvalet ihtiyacınız varsa burda geçirin" diyen amcayı, hazırladığı talcidli solüsyonu gözleri yanan adamın yüzüne dökeni, evinin kapısını açıp saatlerce ablukanın geçmesini beklerken bizlere çay ve yemek ikram eden gençleri gördüm. yüksek ihtimalle oturup  bir tartışmaya girsek, onlarca ideolojik ayrımda boğulacağım insanlarla asgari şekilde birleşmeyi gördüm. hayatında ilk defa eyleme gelip de, bu eyleme 17 gündür karınca kararınca destek vermeye çalışan insanları gördüm. polis sokağı boşaltır boşaltmaz tencere tava ile balkonlara çıkan mahalle sakinlerini gördüm, parmağıyla göstericilerin sığındıkları evleri gösteren sivil polisler gördüm. çok güzel insanlar gördüm ben kendi payıma. ben bunların hepsini görürken, boşuna min dît demedim bu bölüme. kendisine basın açıklaması yapmak istediği için biber gazı sıkıldığını söyleyerek isyan eden adamın, "bize bunları yapıyorlar şehrin göbeğinde, kim bilir hakikaten devlet doğuda neler yapmıştır" diyerek serzenen adamı duydum. belki de en çok orada mutlu oldum.

aranızda sivil polis olan var mı?

biraz da gülelim. gerçi ara ara hep güldük; yalnız bize evini açan ve bir anda 15 kişiyle burun buruna gelen ev sahibi, gayet cool bi şekilde "arkadaşlar, aranızda sivil polis varsa, sakin sakin çıkıp gitsin evden. yoksa çok sinirliyim, kaç gündür barikatlardayım, allah yarattı demem. döverim" demişti. sivil polis var mıydı, yok muydu bilmiyorum; ama hepimiz bi "abi biz de döveriz valla" moduna girdik. her saniye barışçıl olamıyorsun. bilhassa yüzün gözün biberden yanarken.

***

bu yazıda tek bir fotoğraf bile kullanmıyorum. çünkü her yer fotoğraflarla dolu. yeterince vahşet, yeterince güzel görüntü ve video ile iç içeyiz. benim sizden istediğim, şu gördüklerimi kafanızda canlandırmanız, zira hiçbir zaman apartmanının kapısını hızlıca açan çocuğun ve üst katlardaki evine "polis girmez buraya kadar" diyerek insanları çağıran gençlerin fotoğrafını bulamayacaksınız. yalnız bu güzel direniş, onların omuzları üzerinden yükseliyor. türkiye, ankara'da beleşe yolcu taşıyan taksiciyle, yukarıdan kimliklerimizi elbiselerimize tutturalım diye filkete atan genç kızla, kediyi biber gazından ölmesin diye kucağında apartmana bırakan kadınla ve evinden su indiren teyzeyle direniyor. daha da direnir bu gidişle.

8 yorum:

  1. aman ne güldük, ne heyecan yaşadık. sizi gidi yarı enteller. almanlar da burada sizi görüp türk zannediyorlar. onlar da aslında farkında sizin ezikliğinizi, yarılığınızı. tam değilsiniz, çiğsiniz.

    YanıtlaSil
  2. anlaşılan aramızda sivil polis var :)

    YanıtlaSil
  3. sevgili yorumcu, bilim dünyasi hybrid identity diyor onlara. allah senin gibi tam ve pismis insanlari basimizdan eksik etmesin.

    YanıtlaSil
  4. ula yarım enteller :-) Berlin'de çalıştığım işyerindeki arkadaşlarım da sizi iyi tanıyorlar, acıyorlar. o yüzden kendinizi çok da matah, farklı falan sanmayın. sizden olmayanları hemen yaftalayın, el cevap ZahideNine http://www.youtube.com/watch?v=RhSF9L1oHhE

    YanıtlaSil
  5. beyler, beni tanıdılar siz kaçın!

    YanıtlaSil
  6. bos ver abi, uyma sen onlara, bunlar hep cehape zihniyeti, bizi yoldan cikarip sicmali isemeli ayinlerine alet etmeye calisiyorlar. basbakani yedirtmeyiz.

    berlin'de bir kasimpasali

    YanıtlaSil
  7. :-) Tao sizden razı olsun. Bu cevaplarınızı dosta, çalışma arkadaşlarıma gösterip zekanıza gülüyoruz. Eee, ne yazıkki Almaya'da böyle üzücü bir durm var. beleş eğitim ve akraba kontenjanından bir sürü yetersiz kapağı bir şekilde atmış Almanya'ya. Bunları gören almanlar da Türkleri sizler gibi zannetmişler. Ama adamlar analitik arkadaş. mantıksızlıklarınızı, çelişkilerinizi, safsatalarınızı anlatınca onlar da görüyor mankutluğunuzu.

    YanıtlaSil
  8. sayin yorumcu, siz neden berlin´de calisiyorsunuz/calistiniz madem böyle yeterlisiniz?
    Insanlari neden bu kadar kücük görüyorsunuz neden bu kadar kibir?

    YanıtlaSil