"kepazece yeisli bir şey"


romantik feysbukçu gibi nazım hikmet'ten alıntı yaparak başlayayım, zira anlatacaklarım var ve anlatacaklarıma denk düşüyor bu alıntı:

İhtiyar bir insanın intiharı / ihtiyar bir insanın ağlamasına benzer / ikisi de kepazece yeisli bir şey.

bizim mahalleye bir bar açıldı 3-4 sene önce. bizim mahalleye bahis bürosu ve kıraathane dışında bir sosyalleşme mekanının açılması, küçük çaplı bir mucize tabii; yozgat'ın göbeğine seks shop, fatih'in dibine tek-tekçi, hakkari'ye ülkü ocağı açmak gibi bir şey.

gelin gör ki kıymetli azapkapılılar, tuttu bar. mahallede meğer ne çok arıza varmış, hepsi biri kovana körük soksun diye beklermiş, tekke gibi toplaşmaya başladık ters f'li barımıza. barı ragga oktay'ın sevimlisi gökhan'la, onun panpası at kuyruklu ben işletiyor, sahibi ingiliz bir sanatçı diyorlar (dolaba diziliveren stoutlar, porterlar ondan zaar), alaman-kıprıslı kırması lukas'la hollandalı lalyana barda duruyorlar, erzincanlı ilhami, usedomlu petra, leh-alman kırması cülyet de müdavim.

ben de kaçıp kaçıp uğrar oldum en olmayacak saatlerde mahallemizin barına, savunma-sanatlarında-birinci-dostlukta-bir-inci lukas'ın kaynaştırma harfi fıtratı sayesinde gelenle gidenle haşır neşirim bir lüzumsuz müdavim gururu içimde; gökhan'ın kafası kıyak zamanlarında son biranın parasını ödemez oldum, lukas'ın yorgun argınlığında grooveshark'ın başına geçer oldum, erzincanlının buydaylı birasını beraber höpürdetir oldum, oldum da duruldum...
Arap berberimiz ve ters F'li barımız
bir tane de alaman çift var, orta yaşlı. hep oradalar, her zaman birlikte geliyorlar, genellikle kimseye bulaşmadan ama herkese selam vererek, incelikli bir alaman desturuyla giriyorlar mekana, biralarını içip baltık balıkları gibi güzelce tütsülendikten sonra aynı kararında selamlarını verip, makul bir saatte evlerine gidiyorlar. kadın, esmer, uzun ve düz saçlı, uzun boylu, 40'larında görünüyor, adama oranla çok daha güleryüzlü ama flörtöz değil anaç, şefkatli bir gülümsemesi, selamı var. adam saçlarını muhtemelen jöleleyip arkaya tarıyor, sadece benim gibi çöplük hafızalalı dangalakların adını hatırlayacağı manken yusuf azuz'u andırıyor, kaslı değil ama gece sokakta görsen yol değiştirtecek kadar iri yarı, kadına kıyasla suratsız ama belli belirsiz göz selamından imtina etmiyor.

bir gün - bir kış günü olsa gerek, hava zehirdi - ve akşamın erken vakti. saat 7-8 civarı , ben biricik yoldaşım, dizimin üstünü ısıtan 10 inçlik küçük dev adam çavuş doakes'la oradayım, aynı şimdi olduğu gibi ipe sapa gelmez hikayeler anlatıyorum adını sanını bilmediğim ama bir çoğunun ıspanak diyarı çatalcalı olduklarından şüphelendiğim fikirsizlere. o gün de nasıl dolu mekan, cumartesi falan olsa gerek, o alaman çift yer bulamayıp müsademi aldıktan sonra, her zamanki vurgusuz selamlarını verip benim masama oturuyorlar. ayıp bir şeymiş gibi utangaç utangaç, kaçamak gülümsüyoruz birbirimize, havalar gibi serin serin

küçük, uzak, sadece mahallelinin rağbet ettiği mekanların kodu vardır hani, kimsenin bilinçli olarak kurulsun diye çaba göstermediği ama kurulmuş halde görünce herkesin bozulmaması için üstüne titrediği bir denge haline yaslanırlar, o güzelim biteviye beraberlik hissiyatı... orta yaşlı alaman çiftle ben tahtıravallinin iki yanında tatlı tatlı o dengenin muhasebesini yapıp kendi önemsiz hayatlarımızı zevk-ü sefa ile eda ederkene, kapı açıldı ve içeriye bir trajedi girdi.

ben yalançıyım, çaydan doldururum, bire bin katarak anlatırım bazen anlatacağımı ama barın kapısından içeriye giren o kadını olduğu gibi anlatıyorum: 60 yaşlarında, 70 bile olabilir. müthiş ağır, gotiğe kaçan bir makyaj. frapan, dekolteli, göğsü dantelli, siyah bir elbise. yine siyah, çok şık, pahalı olduğu her halinden belli çizmeler. ve sürekli güldüğü halde, inanılmaz hüzünlü görünen bir yüz ifadesi. öylece girdi içeriye ve etrafına bakındı.

bar kalabalık, yer yok, alaman çiftle benim tahtıravallili masamızda bir götlük boş yer var sadece, tam da oraya ilişverdi gözleri ihtiyar kadının ve sahici bir nezaketle müsade istedikten sonra geldi kuruldu masamıza. denge bozuldu bir kere, sevgili nallıhanlılar. o masa o gece iflah olmayacak, orası kesinleşti!

yaşlı kadın - şarap mı bira mı artık hangi suda yüzdüğünü hatırlamıyorum - zıkkımını ısmarladı bardan, ellerini önünde bitiştirdi ve bir ev kedisi fıtratıyla, tatlı tatlı etrafına bakmaya koyuldu. yalan yok, beni kurban bellesin istemedim. hem almancam yetmeyeceğinden, hem hummalı-şehvetli bir yazı faaliyetinin göbeğinde olduğumdan; ama en çok da bu görmüş geçirmiş sarhoş ihtiyar gıdaklamalalarının türkçesi bile fazla gelmeye başlamışken, dış kaynaklısına hiç tahammül edemeyeceğimi düşündüğümden şöyle bir kaçamak gülümseyip işime devam ettim. yusuf azuz'la yavuklusunun en büyük talihsizlikleri çok az konuşan bir çift olmalarıydı. yaşlı kadın belki de şahane eşleşmeyi bulduğunu düşünerek açılıverdi öyle pervasız. hesapça birbirlerini konuşturacak, derde derman olacaklardı.

pancar motoru gibi önce bir-iki tekledi makina, ama bilirsiniz ya sevgili sökeliler, makina ısınmayagörsün, daha da önüne geçemezsiniz, bizim masanın makinasının da istimini bulması uzun sürmedi. "damals" (o zamanlar) diye başlayan cümlelerin sayısı arttıkça ben daha çok gömüldüm, sandalyenin şeklini aldım. ama sinsilik de var serde. elim-işte-gözüm-nümayişte düsturuyla da olan biteni takip ediyor ve kadına da alıcı gözle bakıyorum ilk kez. tam bir "fallen angel" prototipi. takmış takıştrmış ama müthiş bir sakillik seziyorsunuz, olmamışlık, 70 yaşındaki ninenize 17 yaşındaki gotik-özentili, problemli kuzeninizin giysilerini giydirmişsiniz gibi, bütünüyle yeisli, içler acısı bir manzara. eller lüp lüp atarken ben de durmuyorum tabii, ve bünyedeki alkol düzeyiyle birlikte saplantıdan bozma bir hissiyat, bir çeşit hüzün-merhamet-garipseme terkibi ciğerlerimi doldurmaya başlıyor. sessiz ve ilgisiz bir seyirci değil, sessiz ve ilgisiz bir müdahil gibi hissediyorum artık kendimi. olayın içindeyim ve yaşlı kadından yanayım. ama o bunu bilmiyor.

neyse, yaşlı kadın sürekli anlattı. o sıkıcı alman terbiyelerinden sitayişle söz ettiğim çift de dinledi. başlarda kibardılar, kulak verdiler, dinlediler, ilgili olduklarını belli etmek için sorular sordular. barın gürültüsünden ötürü ben konuşulanları duymasam da zaman içinde karşımdaki alman çiftin gözlerinden okunan kabir azabı hissiyatını seçmeye başladım. hatta kadın, "ya ne yaparsın işte, çattık" dercesine gülümsedi bir ara bana bakarak. sonra poor man's yusuf azuz sıkılıverdi birdenbire. kalktı masadan, birasını da alıp barın arkalarında bir yerde sote bir yer seçti kendine ve tek başına orada demlenmeye başladı. yaşlı kadının bunun kendisine yönelik bir tavır olduğunu hiç fark etmediğini düşünüp ürperdim ben o anda, ama öyle değilmiş.

kadın bir ara tuvalete gitmek için kalktı. yusuf azuz'un sevgilisi, müşkül vaziyetin farkında olduğumu sezecek kadar öngörülü bir kadındı. türkçe sözlükte, "öyle sessiz müdahillik falan gibi fiyakalı adlar uydurup, etliye sütlüye bulaşmadan siktirip gitmek olmaz" olarak geçen bir bakış attı bana ve "ne yapayım ben şimdi?" dedi.

ben beklemiyordum bu meydan okumayı, soruttum kaldım. esaslı bir mal değneği gibi, "bilmiyorum," dedim. kadın, "ben de bilmiyorum," dedi. o anda yusuf azuz'a gıcık oldum aslında, sorumluluğu alaman hoyratlığından muaf olduğunu bildiği yavuklusuna yıkıp, usta bir hırsız gibi olay yerini terk etmişti yavşak. kadın fırsatı ganimet bilip, yusuf'un yanına gidebileceği halde gitmedi ve ihtiyarı bekledi. ihtiyar geldi, ikimize de munis, candan selamını verip yerine oturdu ve yepyeni bir "damals"lı cümleyle pehlivan tefrikasına devam etti.

iş sorumluluğa gelince, ben hava basılmış yusuf azuz bozmasından beter adamım zaten, tirad uzadıkça ilgimi kaybettim, ipe sapa gelmez hikayelerime geri döndüm. yusuf bir ara gelip, yavuklusuna kaş göz etti, "bırak artık, sen de gel" gibisinden tuhaf jest ve mimiklerle dengeleri değiştirmeye yeltendi ama o girişim de işe yaramadı. ve aradan geçen yirmi altı yahut yüz yirmi altı fos-bar-dakikasının ardından kadının da sıtkı sıyrıldı. tuvalete gitmek bahanesiyle kalktı, arkada somurtuk suratıyla tek başına tütsülenen yusuf'la iki çift lafın belini kırdı ve geri dönüp, yaşlı kadına artık masadan kalkmak, sevgilisinin yanına gitmek istediğini söyledi.

şimdi bir fılaşbek yapıp, nazım hikmet alıntısını yeniden hatırlayalım mı özay gönlüm dinleyicisi hissiyatlı ağbeler ve apılalar? "İhtiyar bir insanın intiharı / ihtiyar bir insanın ağlamasına benzer / ikisi de kepazece yeisli bir şey."

yaşlı kadın, "hiç birinizi beni dinlemiyor, hiç birinizi beni umursamıyorsunuz" diyerek koyverdi makaraları. ama nasıl ağlıyor hüngür hüngür, olaydan habersiz içen sıçan, sohbet eden, müzikle birlikte ufak ufak kırıtan elli küsur neşe küpünün orta yerinde. ihtiyar bir insanın ağlaması hakikaten kepazece yeisli bir şey.

onu öyle görünce, ben de mahvoldum. alman kadın zaten benden beter göçtü, onun omzunda trajedinin tetikleyicisi olmanın yükü de var, toplum polisi olaya müdahele etse, zanlı diye onu götürecek. laptopu kapattım ve oradan hemen kaçmak istedim. komik almancamla, "bitte," dedim, "bitte nicht weinen." beni umursayacak değildi tabii, yüzünü alman kadının şefkatle açılan iki elinin arasına yerleştirdi ve oyuncağı alınmış çocuk gibi içini çeke çeke, sayıklaya sayıklaya, o gözyaşı yekunü ile 70 yılın bütün hayal kırıklıklarını temize çekecekmişçesine gümrah gümrah ağladı.

ben hesabı ödemiş çıkarken, ihtiyar bir kadın, hiç tanımadığı orta yaşlı başka bir kadının sinesinde için için ağlıyor, bir sigara nefesi mesafedeki yusuf azuz ise trajedi karşısında eli ayağına dolaşan tipik bir alman'ın ikircikli, kayıtsızmış gibi görünmeye çalışan ama kesif bir suçluluk hissinin gölgelediği, buz gibi yüzüyle olan biteni izliyordu.

6 yorum:

  1. Alman çiftten sonra koptum., özet geçer misin lütfen?

    YanıtlaSil
  2. bende özet yok, uykum gelmese alman çiftten sonraya 5 paragraf daha eklerdim. özet fatih altaylı'da var, yılmaz özdil'de var.

    YanıtlaSil
  3. Dün okumaya niyetlenmiştim. ''İhtiyar bir insanın intiharı'' kısmını görünce devam edemedim. Zira sadece bir kaç saat önce 92 yaşındaki bir komşumuz 14. kattan atlayarak intihar etmişti.

    Bugün nihayet fırsat bulabildim. Ellerine sağlık Rehavet efendi.

    YanıtlaSil
  4. teşekkürler anonymous, ayrıca çok fena tesadüfmüş gerçekten.

    YanıtlaSil
  5. acaba o 94 yasindaki komsu eceliyle mi öldü yoksa düsmenin etkisiyle mi diye sormak isterim aslinda ben de

    YanıtlaSil