srebrenica ve aliya

bugün 11 temmuz. srebrenica katliamı'nın yıldönümü. yakın tarihte avrupa'nın göbeğinde yaşanan büyük acının. kaçıncı yıl dönümü olduğu önemli değil. srebrenica acı, dram ve hüzün demek. her zaman.


"mi nemamo drugog duga duşmanu osim: pravde!" 
"düşmanlarımıza bir tek borcumuz var: adalet!"
alija izetbegović

sadece bu sözünden dolayı bile saygı duyabileceğim alija izetbegović'in elinize geçen bütün kitaplarını okumanızı tavsiye ederim. "bilge kral" ünvanını nasıl hak ettiğinin nişanesidir her biri.

ben kendisini okurken yıllardır ülkemizi idare eden siyasetçileri düşündüm ve  hangisinin ağzından hangi hikmetli sözün çıktığını... eminim siz de düşüneceksinizdir.

aşağıda bilge kralın bir konuşması mevcut, almanların dediği gibi bir "vorgeschmack" olsun. 

srebrenica'da hayatını kaybedenlerin anısına ve acısına hürmetle...


bu makaleyi, küçük bir sohbet olarak tasavvur ediniz lütfen.

kısa bir süre önce, iyi ve heyecanlı bir müslüman olan yakın dostumu, müslüman gençliğin eğitimi hususunda bir makale yazarken buldum. bitmemiş, fakat ana fikirleri ortaya konmuş olan makaleyi okudum. dostum dinin ruhuna uygun bir eğitimde ısrar ederken, ebeveynleri, çocukları nezdinde nezaket, iyi davranma, tevazu, kendisini ön plana çıkarmama, merhamet, bağışlama, kadere boyun eğme, sabır vs. hasletlerini kazandırmaya çalışmalarını davet ediyordu. o, çocukların sokaktan, kovboy ve kriminal filmlerinden, faydasız basından, saldırganlığı ve yarışmacılık ruhunu tahrik eden sporlardan vs. uzak tutulmaları hususunda eğiticileri özellikle ikaz ediyordu. zine de dostumun makalesinde en sık rastlanan kelime “itaat” idi. evde çocuk ana ve babaya, mektepte hocaya, okulda öğretmene, sokakta düzen koruyucusuna (polise), yarın ise işte müdüre, şef ve sorumluya karşı itaatkâr olmalıydı.

“idealini” tasvir etmek maksadıyla yazar, her türlü kötülükten sakınan, sokakta dövüşmeyen, kovboy filmleri seyretmeyen (onun yerine müzik okuluna giden), futbol oynamayan (çünkü bu spor çok fazla serttir), uzun saçı olmayan, kızlarla gezmeyen (“zamanı gelince ana ve babası onu evlendirir”) bir çocuğu tasvir etmektedir. o asla bağırmaz, sesi hiçbir yerde duyulmaz, o her zaman ve her yerde teşekkür eder ve özür diler. yazar söylemiyor ancak devam edebiliriz: hakkını yiyorlar o susuyor. şamar vuruyorlar o karşılık vermiyor, sadece bunun iyi bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışıyor. tek kelimeyle o “karınca bile ezmeyenler” dendir vs.

bu makaleyi okurken, cehenneme giden yolun iyi niyetlerle döşendiğini ifade eden o sözü anladım. ve sadece bu değil, bizim son asırlardaki gerilememizin en az bir sebebini tespit ettiğimi düşünüyorum: insanların hatalı eğitimi... aslında, asırlardır, birinci kaynaktan gelen islamî fikrin anlaşılamamasının neticesi olarak biz, gençliğimizi yanlış eğitiyoruz. düşmanımız eğitimli, sert ve pervasız… bunlar müslüman ülkeleri teker teker işgal ederken biz gençliğimize nazik olmasını, “sineğe bile kötülük düşünmemesini”, kaderine boyun eğmesini, “her türlü iktidar allah’tan olduğuna göre “her türlü iktidara itaat içinde olmasını öğretiyoruz.

gerçek kökenini bilmediğim, fakat kesin olarak islam’dan kaynaklanmayan itaatin bu mutsuz felsefesi mükemmel ve bahtsız bir şekilde birbirini tamamlamaktadır: bir taraftan o, canlı olanları ölü haline getirmekte, diğer taraftan ise din adına yanlış ülküleri ön plana çıkararak, daha yaşamadan evvel ölen kimseleri islam’ın etrafına toplamaktadır. o, normal insan mahlûklarından, suç ve günah duygularının takibatında, aynı zamanda hakikatten kaçan ve pasiflik ve tesellide sığınak arayan hayatı ıskalamış şahsiyetler için çok cazip olan, kendinden emin olmayan insanlar yaratmaktadır.

günümüz uyanış asrında, bizzat islam düşüncesinin savunucuları veya kendini öyle tanımlayan kimselerin her türlü karşılaşmayı (kavgayı) rutin olarak kaybetmeleri ancak bu şekilde açıklanabilir. yasaklar ve ikilem felsefeleriyle ağa yakalanmış olan yüksek ahlak sahibi bu insanlar, ne istediklerini bilen ve hedeflerine ulaşmak için her aracı mubah gören, daha az ahlaklı, az medenî fakat kararlı ve acımasız karşıtlarıyla karşılaştıklarında kendilerini ikinci derecede (alt, aşağı seviyede) görmektedirler.

müslüman halkları idare eden kimselerin islam içinde terbiye görmüş ve islam düşüncesinden esinlenmiş kişilerden olmalarından daha tabii ne olabilir? ancak onlar bunu basit bir sebepten dolayı başaramamaktadırlar: idare etmek için değil idare edilmek için eğitilmişlerdir.

müslüman ortamında bizzat müslümanların topraklarına hâkim olan yabancılara, yabancı fikirlere ve siyasî ve ekonomik zulüme karşı direnç göstermelerinden daha mantıklı bir şey ne olabilir? Ancak onlar bunu yine o bilinen sebepten dolayı yapamamaktadırlar: seslerini yükseltmek için değil, itaat etmek için eğitilmişlerdir.

müslüman değil, tebaa... mükemmel, sakin, tam tebaa. neredeyse uşaklar eğitiyorduk (veya topluyorduk). bizimle her türlü iktidara ne mutlu! fitne, esaret ve adaletsizlik dolu bir dünyada, gençliğe sakınmasını, sakin olmasını, itaat etmesini öğütlemek aynı zamanda kendi halkının ezilmesi ve esir edilmesinde ortak olmak değil midir?

söz konusu psikolojinin birçok bakış açısı vardır. onlardan biri her zaman tekrarlanan geçmiş hakkındaki hikâyedir. gencimize İslam’ın ne olması gerektiği değil, eskiden ne olduğu anlatılmaktadır. o, alhambra ve geçmişteki fetihleri, binbir gece’nin şehrini, semerkand ve kurtuba’daki zengin kütüphaneleri bilir. onun ruhunu devamlı olarak geçmişe doğru çevirmektedirler ve o, ondan yaşamaya başlar. tabiî ki geçmiş önemlidir. ancak bugün, eski atalarımızın yaptığı mükemmel güzellikteki tüm camileri saymaktan çok, mahallemizdeki mütevazı camimizin eskimiş çatısını tamir etmek daha önemlidir. hatıralardan ve geçmişi arzulayarak yaşamaya sebep olacaksa eğer, bütün o muhteşem tarihi yakmak gerekecek galiba. eğer, geçmişte yaşanamayacağını ve kendimizin bir şeyler yapmamız gerekeceğini öğrenmemiz şart olacaksa, o muhteşem abideleri yakmak daha iyi olur. bu yıkıcı teslimiyetçilik ve karşı gelmeme pedagojisinin, en az elli yerinde mücadele ve direniş prensiplerinin zikredildiği kur’an adına öğütlenmesi ayrı bir paradokstur. rahatlıkla söylenebilir ki kur’an teslimiyetçiliği yasaklamıştır. çok sayıda sahte büyüklük ve otorite yerine kur’an, sadece tek ve biricik teslimiyeti tesis etmiştir: allah’a olan teslimiyet. ancak allah’a olan bu teslimiyette kur’an insan için özgürlük inşa ederek, onu bütün korkulardan ve diğer bütün teslimiyetlerden kurtarmıştır.

şimdi, ana babalara ve eğitimcilerimize ne tavsiyelerde bulunabiliriz? her şeyden evvel, gençlerde bulunan güçleri öldürmemelerini tavsiye edebiliriz. öyle yapacaklarına, onları yönlendirsin ve belli bir şekle soksunlar. onların uyuşuğu müslüman değildir ve ölü birini islam’a “çevirmenin” imkânı yoktur. Müslümanları eğitmek için insanları eğitsinler, hem de en mükemmel ve kapsayıcı şekilde. onlara tevazudan çok şeref ve haysiyet, teslimiyetçilikten çok cesaret, merhametten çok adalet hakkında konuşsunlar. kendi yolundan gidecek ve bunun için kimseden izin istemeyecek şeref sahibi bir nesil yetiştirsinler.

çünkü hep aklımızda tutalım: islam’ın ilerlemesini –her türlü ilerlemeyi- sakin ve teslimiyetçi kimseler değil, cesur ve itiraz (isyankâr) ruhlu kimseler gerçekleştirecektir.

islam deklarasyonu / alija izetbegović

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder