"Corina, mein schatz..."

                                                            


"Corina?!" "Corinasın sen" Karşı koltukta oturanlara döndü bu sefer "Bu Corina, o 21 yaşında" Bana çevirdi kafasını "Corina, mein schatz... Gözlerin kahverengiydi senin bebekken; hala öyleler değişmemişler..." "Corina bu, kardeşimin kızı, kahverengi gözleri var, baksanıza..." "Corina 21 yaşındasın sen, Corina... mein schatz..."
Yanımdaki kalkar kalkmaz oturmuştu yanıma . Yanımdakinin indiği durakta binmişti benim olduğum vagona. Elinde, kendisinden az önce ayrıldığı nefesinden belli olan şarap şişesinin kapağı vardı. Önce beni birine benzetti zannetmiştim, yani Corina'ya. Ben o değilim ki diye bakmama rağmen konuşmaya devam edince, şarap kokusu bir de görüntüsü buna eklenince evsiz, kafası güzel 55-60 yaşlarında bir Berliner olduğunu fark ettim. Kulaklığımı taktım. Ama müzik dinlemiyordum, onu dinliyordum. Sadece onunla konuşmayacağımı, çünkü Corina olmadığımı anlasın istedim. Ha tabii ondan çekindiğimi ve ürktüğümü söylememe gerek yok sanırım. Onunla konuşmayan, ilgilenmeyen yok sayan bir ben değildim. Karşı koltuktan da aradığı desteği görememişti.

Yanından kalkmadım uzun bir süre; hem diyeceklerini merak ediyordum, hem de bana "anormal" gelenin yanından pat diye kalkıp gitmek, ondan kaçmak daha "anormal" geliyor buralarda. Bu sebeple dinledim onu...Hep aynı şeyleri söylüyordu ; Corina’ydım ben onun için. Abisinin ya da erkek kardeşinin -Türkçedeki bu ayrımı çok seviyorum, belirtmek istedim- kızıydım ben. 
Acaba ne kadar benziyordum gerçekten Corina'ya? Ne zamandır görmüyordu onu ? Bebekliğini bildiğine göre, bu kadar samimiyetle tüm u-bahna Corina bu diye haykırdığına göre seviyor olmalıydı, yeğenini. Sormadım bu soruların hiçbirini... Sonra, yani 2-3 durak sonra, onu ve de onun gözünden kendimi dinledikten sonra kalkıp yer değiştirdim. Hem kendim artık daha fazla korkmaya başlamıştım, hem de ona cevap vermemek/verememek sıkıntı vermişti. Tüm vagonun bizi izlemesi de cabası... Onu orada bıraktım, başka vagona geçtim. Ben indikten sonra da görmedim, duymadım onu bir daha.

Beni birine benzetip konuşmaya çalışması dışında, çok da ilginç sıradışı bir olay değildi benim için ubahndakiler için. Çünkü Berlin'de sokakta yaşayan insanları ya da "deli"leri her an her yerde görebilirsiniz. Merkezde, lüks caddelerde, metro istasyonlarında, üniversite kütüphanelerinde... Bir yaz, sanırım 2009du Zoologischer Garten'da üzerinde sadece; arabaların camına konulan alüminyum güneşliği bir elbise misali beline bağlayan, ayağında da parmak arası terlikleriyle dolaşıp, bağıran biri vardı. Biraz daha yaklaşınca, bir elinde Marx'ın fotoğrafını diğer elinde ise bira şişesini tuttuğunu gördüm. Ne dediğini anlamıyordum ama şu an keşke bir fotoğrafını çekseymişim diye hayıflanıyorum. O zaman da şaşırmıştım. Kimse bir şey demiyordu, yapmıyordu ona. O da rahattı, insanlar da. Biz de olsa hemen polis çağırıldı herhalde diye düşündüm. Bunu yanımdakilere söylediğim de ise Polatlılı bir arkadaş bana Ankaradaki "deli"lerin polis tarafından toplanıp, dövüldükten sonra Polatlı'ya bırakıldığını söyledi. Şaşırdım gibi oldum ama şaşırmadım sonra da sahi Ankara sokaklarında pek de yoktu "deli"lerden , e devlet politikası soğuk havalarda ve ramazan dışında onlara yönelik neler yapıldığını pek duyurmuyordu.
Kış aylarında Berlin'de de "Kaltehilfe"yi sık sık duyuyorum. Sokakta yaşayanlara barınma hizmeti ve kıyafet, yiyecek sağlıyorlar. Metroda ve billboardlarla reklam yaparak yardım topluyorlar. Bildiğim uygulayıcı kanattan ziyade, Berlin'deki evsizlere dair bir istatistik, veri, akademik çalışma vb arıyordum... Çok da fazla sonuçla karşılaşmamak sürpriz olmadı . Çünkü evsiz insanlar daha doğrusu sosyal normların dışında kalanlar araştırmalara genellikle dahil olamazlar. Örneğin herhangi bir ülkede yapılan dgelir ve refah düzeyi araştırmasında, istatistik kurumundan örneklem istenir; kurum çeşitli mahallelerden  rastgele seçilen hane bilgilerini araştırmacıya verir. Ancak bu örneklemler "hane" bazlı yapıldığından evsizler, hastalar vb. kişiler bu tip araştırmalarda yok sayılmış olurlar ki, araştırma için önem teşkil etmelerine rağmen.

Neyse gelelim konumuza. Araştırmam Jürgen von Mahs'ın Los Angeles ve Berlin'deki evsiz insanlara yönelik devlet politikalarını ve bunların uygulama alanındaki sonuçları karşılaştırdığı bir makaleye rastlamamla nihayete erdi. Kendisinin ayrı bir örneklem oluşturmasının dışında topladığı genel data Alman Federal Devleti'nin evsizlere yönelik kira yardımı, evsizlerin temel halk sağlığı hizmetlerinin kapsamında tutulmaları, bunun yanı sıra evsizlere yönelik yardım sunan gönüllü kuruluşlara fon sağlama ve evsizlerin ulaşımlarının %50sini karşılamak gibi bir çok politikanın uyguladığını öğrenmiş oldum. Sosyal devletin evsizleri ve sokakta yaşayan akli dengesi olmayanları polizei tarafından toplatyp Pankow'un eteklerinde bırakmak yerine, bu politikaları elbette uygulamaya -kısmen de olsa- koyması beni şaşırtmadı.

Mahs'ın bahsettiği diğer bilgiler ise Berlin'deki evsizlerin %36.3'nün başka bir ülke vatandaşı olması. Şimdi aklınıza gelişmiş bir Avrupa ülkesindeki evsizlerin bilinen "göçmen" kökenli olduğu çok da gelmesin. Bu aralar görmüyorum ve acep nerelere gitti ki diye düşünmeden edemediğim mahallemizin "penner"* amcası geliyor aklıma. Genelde geceleri banka şubesinin içinde yatar, gündüz elinde şarabı ve sigarasıyla gezinip bozuk para, sigara isterdi. Ama işin ilginci bana ve bir arkadaşıma her zaman gayet anlaşılır, aksanı temiz bir İngilizceyle "Young ladies, can you give me some money?" diye sormasıydı. Bir gün biz de ona nereli olduğunu sorduğumuzda ise aldığımız İsveç cevabı baya şaşırtmıştı bizi. Türk mahallesinin İsveçli penner'sı idi kendisi.

Bu anımı da sizinle paylaşıp, istatistikleri tecrübemle daha bir inanılabilir kıldıktan sonra, makalenin 1997 yılına ait bulgularına geri dönebilirim. Berlin'deki evsizlerin;

-%40'ı 40yaş ve üzerinde
-%86'si erkek
-%80'i bekar veya boşanmış
-%57'si de 1yıldır fazla süredir sokakta yaşıyor ve tahmini sayıları 3000. *

İşte o 3000'den 1i gelip yanıma oturdu. Corina'yı düşünüyordu. Beni ona benzetti. Herkese Corina'yı anlattı. Almancam yetse sorar mıydım hikayesini ya da ben o değilim bak der miydim diye düşündüm ama cevabım %99 hayır.Çünkü ondan gelecek cevap, tepki ya da davranışın bilinmezliği yani tahmin edilemezliğin kendisi bana korku ve güvensizlik salmaya yettiğinden, susup kaçardım yine. Göz görmeyince, akıl "o"nun varlığını yok sayabiliyor diye inandırdım kendimi kalkıp gittim yanından. 

Ama o Corina'yı yok saymamıştı, gözü yanlış kişiyi görse bile...

*penner: Serseri, berduş anlamında. Almanya’da sokakta yaşayanlar, evi olmayanlar için kullanılan bir tabir.


Makale : Mahs v., J. (2005) The Sociospatial Exclusion of Single Homeless People in Berlin and Los Angeles Published in : American Behavioral Scientist 2005 48:298 

2 yorum:

  1. Ya kleistpark civarında da biri bana sardirmisti "teresa" diye. Sevgilisi miymisim neymisim, neden arayıp sormuyor musum...


    Ellerine saglik ve bence 97 verileri cok eski. İşsizlik ve agenda 2010 falan evsizlik olayına dehset boyutlar kazandırdı. İlk zamanlar gördüğüm evsizlerin çoğunu artik göremiyorum ve öldüklerini düşünüyorum gerçekten...yerineyse hep yenileri geliyor.

    YanıtlaSil
  2. 97 verileri hakikaten eski. Ki o veriler bile Berlin'de 89 sonrası evsizlerin %144 arttığını söylüyordu. Şimdiki oranı bilmiyorum, ama arttığı kesin. Türkiye'den döndüğümde Ubahnda motz satanların bile değiştiğini, yeni insanların geldiğini ben de fark ettim.

    Hikayeleri ilginç, sen Terasa, ben Corina...

    YanıtlaSil