türkü türkü türkiye

müzik hayatımda önemli bir yer tutuyor. gündelik hayatta sıklıkla şarkı sözlerine atıfta bulunduğumu düşününce bu etki daha da büyüyor... gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var?

bir süreden beri zihnimin bir yerinde türkiye ile olan ilişkimin seyrini dinlediğim, o dönemlere denk düşen şarkılar üzerinden düşünüyorum.

almanya'ya ilk geldiğim dönemde bir arkadaşımın gelmeden hediye ettiği "sezen aksu full mp3" cd'sinden yalnızık senfonisi'ni üst üste dinler, sonrasında evin duvarları üstüme üstüme geliyor gibi hissedip kendimi evden dışarı atardım.



sonraki yıllarda teoman'ın yaptığı şarkı hem sözleri hem de klibi ile dokunuyordu.



90'larda çocuk olmuş bir istanbullunun istanbul'u özlediğinde dinlediği, dinlediğine istanbul'u özlediği şarkılardan biri ister istemez bu oluyor...



bir diğeri de...



memleketi özlemek demişken...



hasret her sardığında ise dönüp dolaşıp sezen aksu'ya çıkıyordu yollar.



sonrasında tabii önce anneni anımsıyordum ve sonra diğer sevdiklerimi... hatta anlıyordum belki de.



ölsem en çok üzülecek olan insanlara binlerce kilometre uzakta olduğumu düşünüyordum mesela. sonrası ise ağır bir yalnızlık duygusu...

 

sevdiğim şarkılarının yanı sıra meşhur biri olarak geldiği almanya'da kimsenin öyle bir beklentisi yokken almanca albüm yapmasından ötürü hususi saygı duyduğum cem karaca'nın seslendirdiği şarkı, yıllarca gülhane parkı'nın dolaylarında bulunmuş biri için tabii ki memleket demek oluyordu.



rahmetlinin sadece şarkısı değil okuduğu şiir de bu listede olmalıydı. özellikle de "insanlar gülüyordu de. trende, vapurda, otobüste... yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle. hep kahır, hep kahır.. bıktım be!" mısraları ile.


"kavgamın şehrine" döneceğim o gün geldiğimde dinleyeceğimi düşündüğüm iki şarkı vardı... o beni ne kadar beklemiş olacaktı pek bilmiyordum ama ben onu epey beklemiştim.



diğeri ise...



buraya kadar metropol fm'de yayınlanması muhtemel "gurbet treni" programı playlist'i gibi olan gidişattan kopuş buralarda başladı.

gezi ile başlayan süreçte, almanya'ya gelmemin üzerinden yaklaşık 10 yıl geçmişken duygusal ve zihni kopuş başladı. o sıra oturum, üniversite, askerlik gibi sorunların da uç uca eklenmesiyle yaklaşık 22 ay türkiye'ye gidemedim. sonrasındaki gidişimde ise uçağın 22 ay önce ayrıldığım ülkeye inmediğini biliyordum. kopuş başlamış olsa bile hem özlem hem de merak vardı. hem en küçük yeğenimi ilk defa ancak bir yaşına bastıktan sonra görebilecektim.

o dönemimde ister istemez "dağılın lan" diyordum...



türkiye'ye pozitif duygularla gittiğim son seferdi sanırım...

sonrasında hep daha fazla eksilerek gittim.

berlin'de 13,5 seneyi doldurmamın ardından bir süreliğine yerleşmek için istanbul'a giderken zihnimde çalan şarkıyı ise ne edip akbayram ne de kayne west söylüyordu.



yıllarca özlediğim ülkeye gitme kararı alabilmemde cebimde bulunan almanya vatandaşlığının oynadığı rolü es geçmemek lazım. bir gün "artık burada kalmak istemiyorum" dediğimde çıkabilme imkanım olmasaydı muhtemelen bir süreliğine de olsa dönmezdim türkiye'ye.

türkiye'de geçen on ayın sonunda atatürk havalanında pasaport kontrolünden geçip muhtemelen en huzurlu almanya yolculuğumu gerçekleştirmek üzere uçağına doğru yürürken ise şu şarkıyı dinliyordum:

"zor zamanlar olur, nasıl çıkırsan içinden omurgan öyle şekillenir."



15 yıllık çalkantılı ve yoğun bir ilişkinin serencamı kaba hatlarıyla böyle.

atladığım, unuttuğum şarkılar olmuştur muhtemelen...

ama "bize olanlar, yaşananlar nasıl olur unutulur?"

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder