dünyanın dibine de gitsek, ucundan da çıksak, baki olan tek şey; asansörde karşılaşan ve tanışmayan iki insanın -birbirlerine selam verme nezaketi göstermişlerse- hava durumundan bahsetmeleri olacak.
18 katlı bir apartmanın, ikinci (aslından yüksek birinci) katında yaşayan beşeriniz katavaşya, berlin'in o meşhur duvarının azıcık ötesinde ikâmet etmekte. yani diyeceğim o ki, bizim binada elini sallasan yaşlıya ve de turiste çarpıyor. yaşlılar malûm. gariplerim kendilerini bildi bileli bu binada yaşamışlar. peki ya turistler?
turist işi biraz çetrefilli. oturduğumuz muhite mitte denir, yanisi şehrin göbeği, karpuzun en sevilen yeri. hoş, şehir birleşti birleşeli burası mitte tabii ki. yalnız mesela, batıda kalan kreuzberg (hasan von keyif'in mahallesi) evvelinde sevilmez, kötü kaka bir muhit olarak adlandırılır ve de olabildiğince türkiye kökenli göçmenlere yamanırken; doğuda sınır boylarına olabildiğince devletine ve milletine bağlı, ben diyeyim stasi, sen anla mit çalışanlarının yerleştirilmesi söz konusu olmuş. hem neticede komşuya soğuk savaş esnasında "bak böyle de süperiz" demek lâzım.
almanya'da son yıllara kadar insanların öyle "aman evim olsun, başımı burada bi yere sokayım" diye bir derdi yoktu. o dert nereden geldi, ben size onu da sağlam bir kafayla bir gün açıklarım. almanya'yı da berlin yaparım. konumuz daralmış olur hem. zaten berlin'de ne kadar eski mekân var ise, yıkıp yerine yenisini yapıp, kiracıları da hop hop kovup, ev sahiplerini içlerine yerleştirdiler, ki evet bu bizim gibi memleketlerden gelenler için pek abes değil; ama 30 yıldır aynı evde kirada oturan bir memleketin çocuğuna "nooluyoz lan" kafası yaşatıyor. yok yok, burda kestim. işte duvar açılmadan önce, bu evler heeeep devletindi. sen de paşa paşa üç kuruşa beş köfte misali oturuyordun. derken duvar açılıyor. ne oluyor? evler haraç mezat satılıyor. bir iki değil, koskoca bina. alan vallahi beşer onar almış anacım. alsın, benim pek gözüm yok. ne yapmış alan adam? e kiracıları çıkarmamış tabi. kiracılar devam etmişler yaşamaya. sonra ölmüşler, sonra yeni kiracılar gelmiş, sonra o kiracılar da çıkmışlar, ev tadilata sokulmuş, sonra adamın aklına bi fikir gelmiş "ulan ben bu kadar merkezi bi yerde ev sahibiyim. ayağımın altı u-bahn, s-bahn. alex'e yürüme mesafesindeyim, barlar marlar gırla. kotti sadece üç durak altımda. ne halt yemeğe kiracılarla uğraşıyorum? turistlere evimi kiralasam ya?"
iyi demiş, zira bir turist kafilesi, en çok en çok bir iki hafta kalıyor. bir hafta kalsa, bir aylık kiranı alıyosun ondan. ev boş bile dursa, sen kâr ediyorsun.
ee, iş böyle olunca. bir de bakıyoruz ki asansörde dilimizi bilmeyen bir sürü insan! tabi biz göçmüş, yerini yurdunu terk etmiş insanız. daha bi sempatiyle yaklaşıyorsun. yalnız hemen benim üst katıma gelen kafileler genel olarak çok gürültülüler. turist rahatlığı diye bir şey var. "nasılsa gidicez" kafasıyla gürültü yapıyor turistler. ama aynı oranda turist mahçubiyeti diye bir şey de var. bir turisti, "ev sahibi" konumunda uyardığınızda, hemen elini eteğini topluyor. hakeza bazen ben de balkona çıkıp "biraz sessiz olur musunuz? uyumaya çalışıyorum" diyorum. özür dileyip içeriye geçiyorlar.
turistlerle karşılaşınca, bir muhabbet gerçekleşmiyor genelde. hafif gülümsemeyle karışık selam ve yola devam! yaşlılarsa muhabbet etmeyi çoğunlukla pek seviyorlar. ben de genel olarak onları seviyorum. bir selam, iki kelâmı esirgememek lâzım diyorum...hava burada pek işe yarıyor doğrusu.
bu sıra asansörle ben bir durak, diğerleri en az iki durak çıkarken ilk sözüm şu oluyor:
-bu sene de yaz bir türlü gelmedi değil mi?
+ah, dünyanın dengesi bozuldu.
-bunaltmasa iyi de, bunaltıyor. neyse iyi günler
+sormayın, zaten çarpıntım var. yaşlılık işte..size de iyi günler!
oooo...benim kata geldik,
görüşmek üzere!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder